پایگاه اطلاع رسانی آیت الله ابراهیم امینی قدس سره

İSLAMl SAVUNMAYA ÇALlŞMAKTALAR

İSLAMl SAVUNMAYA ÇALlŞMAKTALAR


Nehc’ul Belaga’daki bir hutbe de Hz. Mehdi (a.s)’ın gaybet zamanında da İslam’ın ilerlemesi ve azameti ile, müslümanların zaruri işlerinin çözümü için gücü oranında çaba sarfettiği geçmektedir.

Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmaktadır. "İnsanlar hakikat yolundan sapmış, sağ ve sola gitmekte, sapıklık yolunda yürümektedirler. Hidayet yolunu terketmişlerdir. Olacak ve beklediğiniz şeyler hakkında acele etmeyiniz, yakında gerçekleşecek olan bu şeyi geç saymayınız, zira bir işte acele edenler bazen o şeye ulaştıkların da şöyle demektedirler:

"Keşke buna ulaşmasaydım". Gelecekle ilgili müjdeler ne kadar da yakınlaşmıştır! Şimdi vadelerin ve tanımadığınız şeyin zuhur zamanıdır. Bilin ki o zamanı derkeden Ehl-i Beyt’ten herhangi birimiz aydın bir yolda yürür ve sakinlerin davrandığı gibi davranır.

Tâki böylece insanların bir müşkülünü halletsin ve zorda kalanı kurtarsın, batıl toplulukları dağıtsın ve faydalı topluluklar oluştursun. Bütün bu işleri gizlice yapacaktır. Hatta çehreleri tanıyan kimseler bile, Onun izine rastlamayacaktır.

İnsanlardan bir grup dini savunmaya hazırlanacaktır. Adeta kılıç ve oklarını bilemektedirler. Onların kalp gözü Kur’an’ın vasıtasıyla aydınlanmaktadır. Onlara Kur’an’ın tefsir ve manası

söylenmekte, gece gündüz ilahi hikmet ve ilimlerden faydalanmaktadırlar."[285]

Bu hutbeden de anlaşılmaktadır ki Hz. Ali (a.s) zamanındaki insanlar Peygamber’den duydukları bir olayın gerçekleşmesini bekliyorlardı. Bu olayların gaybet zamanındaki olaylar olması da muhtemeldir.

Hutbenin zahirinden anlaşılmaktadır ki gaybet zamanının imamı tam bir gizlilik içinde yaşamaktadır. Ama basiretle müslümanların zaruri işlerini çözümlemekte ve İslam’ı savunmaktadır.

Müslümanların sorunlarını halletmekte ve zorda kalanları kurtarmaktadır. İslam’ın aleyhinde kurulan toplantıları dağıtmakta ve faydalı toplantıların kurulması için gerekli şartları oluşturmaya çalışmaktadır.

İmam-ı Zaman’ın mukaddes vücudunun bereketiyle insanlardan bir grup dini savunmaya kalkışmakta ve aldığı kararlarda, Kur’an ilimleri ve öğretilerinden ilham almaktadırlar.

 

EHL-İ SÜNNET’İN KİTAPLARI VE MEHDİ’NİN ÖZELLİKLERİ


Bazı sünni kardeşler şöyle demekteler: "Şii kitaplarında Mehdi’nin varlığı açık ve belli bir şekilde ifade edilmiştir. Ama Ehl-i Sünnet kitaplarında gizli ve kapalı bir şekilde açıklanmıştır.

Örneğin çoğu hadislerinizde görülen ve İmam’ın kesin alametlerinden sayılan gaybet meselesi bizim Ehl-i Sünnet hadislerinde zikredilmemiş ve gereğince önemsenmemiştir.

Vaadedilmiş Mehdi sizin hadislerinizde "Kâim" "Sahib-ul Emr" vb. isimlerle de anılmıştır. Ama bizim hadislerde Mehdi dışında bir isim kullanılmamıştır. Özellikle de "Kâim" tabiri bizim hadislerimizde hiç kullanılmamıştır. Sizlere göre bu durum düşündürücü değil midir?

Bu kardeşlerimizin böyle düşünmelerinin sebebi muhtemelen Mehdi'likkonusunun Ümeyye ve Abbasoğulları zamanında bütünüyle siyasi bir renge bürünmüş olmasıdır.

Va’dedilmiş Mehdi (a.s)’ın özellik ve alametleri ile bilhassa gaybet ve kıyamla ilgili hadisleri kaydetmek ve nakletmek serbest değildi, zamanın halifeleri hadislerin, özellikle de Mehdi’nin gaybet ve kıyamıyla ilgili hadislerin toplatılmasına ve tedvinine özel bir duyarlılık gösteriyordu.

Hatta gaybet kıyam ve huruc kelimelerine bile oldukça hassas idiler.

Eğer sizler de tarihe müracaat eder, Emevi ve Abbasi döneminin siyasi olaylarını ve buhranlı dönemini incelerseniz bunları mutlaka teyid edersiniz. Biz bu kitapta o dönemin olaylarını incelemek istemiyoruz. Ama maksadımızı ispat etmek için iki konuya işaret etmek istiyoruz.

Birincisi; Mehdi'lik konusu derin dini kökleri olan bir inançtı ve bizzat Peygamber (s.a.a) de küfür ve dinsizliğin yayıldığı, zulmün çoğaldığı bir zamanda Mehdi’nin dünyayı ıslah edeceğini bildirmişti.

Bu yüzden müslümanlar daima bu mevzuyu güçlü bir dayanak kılmış, teselli kaynağı ve önemli bir hadise olarak tanımıştı, dolayısıyla da onun zuhurunu bekliyorlardı.

Bilhassa dört bir yandan ümitsizlikle kuşatıldıkları buhranlı ve zulüm dönemlerinde mezkur inanç daha da bir canlanmakta ve yaygınlaşmaktadır. Bundan dolayı ıslahat yanlıları ve bazen de çıkarcılar bundan istifade etmekteydi.

Dini kökleri olan Mehdi'lik inancından yararlanmak isteyen kimselerden birisi Ebu Müslim-i Horasani idi. Ebu Müslim Horasan’da çok geniş bir hareket başlattı.

Kerbela’da öldürülen İmam Hüseyin (a.s) ve dostlarının, Hişam b. Abdulmelik zamanında feci bir şekilde öldürülen Zeyd b. Ali b. Hüseyin’in (r.a) ve Velid zamanında öldürülen Yahya b. Zeyd’in intikamını almak için Emevilerin zalim düzenine karşı kıyam etti.

Halktan bir grup Ebu Müslim’i va’dedilmiş Mehdi sanıyordu. Bazıları da siyah bayraklarla Horasan tarafından gelen ordu olarak kabul edip Mehdi’nin zuhur alametlerinden biri sayıyorlardı. Bu genel savaşta Aleviler (Hz. Ali’nin soyundan gelenler), Abbasoğulları ve diğer müslümanlar hep bir safta yer almışlardı. Elele vererek Emevileri İslami hilafet makamından uzaklaştırdılar.

Bu köklü hareket gerçi Peygamber ailesinin gasbedilen hakkını almak ve Hz. Ali’nin soyundan gelip te suçsuz yere öldürülenlerin intikamı için başlatılmıştı.

Bu hareketin liderleri arasında gerçekten hilafeti Hz. Ali’nin soyundan gelenlere vermek isteyenlerde vardı, ama Abbasoğulları bu ortamda büyük bir kurnazlıkla hareketi gerçek yolundan saptırdılar ve Alevi hükümetini ele geçirdiler. Kendilerini Peygamber’in Ehl-i Beyt’i olarak göstererek İslami hilafetin başına geçtiler.

Bu büyük harekette halk zafere ulaştı ve Emevilerin zalim halifelerini İslami hilafetten uzaklaştırdılar. İnsanlar buna çok seviniyorlardı.

Üstelik hakkı haklıya vermiş ve İslami hilafeti Peygamber’in Ehl-i Beyt’ine teslim etmişlerdi. Aleviler de bir yere kadar seviniyorlardı; gerçi kendileri hilafete ulaşamamıştı ama en azından Emevilerin zulmünden kurtulmuşlardı.

Halk bu zafere oldukça sevinmiş, ülkenin durumunu ıslah, İslam’ı ilerletme ve kendi durumlarına çeki düzen verme konusunda altın rüyalar görmeye başlamışlardı ve birbirlerini müjdeliyorlardı.

Ama çok geçmeden bu tatlı uykudan uyandılar. Durumun pek değişmediğini ve Abbasoğulları hükümetinin de Beni Ümeyye hükümetiyle aynı olduğunu gördüler. Hepsi de mevki ve makam düşkünü, ayyaş ve halkın malını zorla elinden alan kimselerdi.

Adalet, ıslahat ve ilahi hükümleri icra gibi bir dertleri yoktu. Yavaş yavaş insanlar uyanıyor, geçmiş hatalarının ve Abbasoğullarının kurnazlığının farkına varıyorlardı.

Aleviler de, Abbasoğullarının kendilerine, İslam’a ve müslümanlara yaptıklarının, Emevilerin yaptıklarıyla fazla farklı olmadığını gördüler. Bu sebeple yeniden savaşmak ve Abbasoğullarının halifeleriyle mücadele etmekten başka çareleri yoktu.

Hareketi en iyi şekilde başlatacak olanlar Ali ve Fatıma’nın (a.s) evlatlarıydı. Ancak bunlar arasında hilafete herkesten daha çok lâyık olan bilgin, fedakâr, iffetli ve layık insanlar vardı; üstelik onlar Hz. Peygamber’in (s.a.a) gerçek evlatlarıydı ve bu yakınlıkları dolayısıyla halk tarafından seviliyorlardı.

Öte yandan, onlar mazlumdular ve meşru hakları çiğnenmişti. Halk kitleleri yavaş yavaş Peygamber ailesine yöneldiler, Abbasî halifelerinin diktatörlüğü arttıkça Ehl-i Beyt’in sevgisi de halkın kalbinde artıyor bu da onları zulümle savaşmaya teşvik ediyordu. Böylece halk hareketi ve Alevilerin kıyamı başladı.

Arada bir onlardan birinin etrafına toplanıyor ve büyük bir kıyam başlatıyorlardı. Bazen de Peygamber zamanından kalan ve müslümanların zihninde yereden Mehdi’lik inancından istifadeyle inkilabın öncüsünü va’dedilmiş Mehdi olarak tanıtıyorlardı. Bu sebeple Abbasoğullarının hilafeti katı, cesur ve bilgin kimselerle karşıkarşıya kalmıştı.

Abbasî halifeleri Alevi seyyidlerini çok iyi tanıyorlardı, onların zâti liyakâtî, fedakarlığı, hürmeti ve şerafetinden haberdar idiler. Öte yandan İslam Peygamber’inin va’dedilmiş Mehdi hakkındaki müjdelerini de duymuşlardı,

Hz. Peygamber’den nakledilen hadisler esasınca Hz. Mehdi’nin Zehra’nın (a.s) evlatlarından olduğunu, kıyam edeceğini ve zalimlerle savaşarak kesin bir zafere ulaşacaklarını biliyorlardı.

Mehdi’lik olayından ve bunun halkın kalbindeki manevi etkilerinden haberdar idiler. Bu yüzden denilebilir ki Abbasi hilafetine yönelen en büyük tehlike Aleviler tarafından idi.

Halife ve uşaklarının gözünden rahat uykuyu alan ve onların ruhsal dengesini bozanlarda onlardı. Halifeler de gece gündüz halkı Alevilerin etrafından dağıtmaya çalışıyorlardı. Hertürlü toplanma, hareket ve kıyama engel oluyorlardı. Özellikle de tanınmış Alevileri büyük bir dikkatle ve gizlice izliyorlardı.

Yakubi şöyle diyor: "Musa Hadi Alevileri yakalamak için büyük bir çaba gösteriyordu. Onların arasına büyük bir korku salmıştı, bütün şehirlere haber göndererek Ebu Talib’in soyundan olanları yakalamalarını ve kendisine göndermelerini emretmişti."[286]

Ebu-l Ferec şöyle yazıyor: "Mansur hilafete ulaşınca bütün gücüyle Muhammed b. Abdullah b. Hasan yakalamak ve hakkında bir bilgi elde etmek için çalıştı."[287]


ALEVİLERİN GİZLİLİK VE GAYBETİ


O asırlardaki oldukça hassas ve önemli konulardan biri de bazı alevilerin gaybete çekilmesidir. Aleviler arasında liyakatli ve önderlik sıfatı bulunan herkes hemen halkın ilgisini topluyor ve kalpleri kendine yöneltiyordu.

Özellikle de vaadedilmiş Mehdi’nin alametlerinden birini taşıyorsa bu ilgi daha da artıyordu. Öte yandan halkın ilgisini toplayanlar hilafeti büyük bir korkuya düşürüyör,

halifenin açık ve gizli memurları onları sıkı bir şekilde takip ediyordu. Bu yüzden sözkonusu Aleviler de canlarını korumak için gaybet halinde yaşamak zorunda kalıyordu.

Bazı Aleviler ömürlerinin bir bölümünu gizlenerek ve gaybet halinde geçiriyorlardı. Ebul Ferec’in "Mekatil-ut Talibiyyin" kitabında naklettiği rivayetleri aşağıya alıyoruz:

Muhammed b. Abdullah b. Hasan ve kardeşi İbrahim, Abbasi halifesi Mansur zamanında büyük bir gizlilik içerisinde yaşıyordu. Mansur’da onları yakalamaya çalışıyordı.

Nihayet Haşim oğullarından bir grubu tutuklayarak zindana attırdı. Muhammed’in yerini söylemelerini istiyor ve bu suçsuz mahkumları zindan köşelerinde işkenceyle öldürtüyordu."[288]

İsa b. Zeyd, Mansur zamanında gizli yaşadı. Mansur onu yakalamak istediyse de yakalayamadı, Mansur’dan sonra oğlu Mehdi’de onu yakalamaya çalıştı, ama o da başaramadı."[289]

Muhammed b. Kasım Alevi’de Mu’tasım ve Vâsık zamanında gizli yaşıyanlardandı, ama Mütevekkil zamanında yakalandı ve zindanda can verdi."[290]

Yahya b. Abdullah b. Hasan da Reşid’in hilafeti zamanında gizli yaşıyordu, sonunda casuslar onu buldular. İlk önce ona eman verdiler, sonra da tutuklayarak zindana attılar. Reşid’in zindanlarında açlık ve işkence altında öldü."[291]

Abdullah b. Musa da Me’mun’un hilafeti zamanında gizli yaşıyordu. Me’mun bu olaydan büyük korkuya kapılmıştı."[292]

Musa Hadi, Ömer b. Hattab’ın evlatlarından biri olan Abdulaziz adında birini Medine’ye hakim tayin etti. Abdülaziz Alevilere çok kötü davranıyor onların tüm hareketlerini kontrol ediyordu;

onlara "hergün yanıma gelin ki varlığınızdan haberdar olayım ve gaybete çekilmediğinizi bileyim" diyordu. Hepsinden söz aldı ve onları birbirlerine kefil kıldı,

örneğin Hüseyin b. Ali ve Yahya b. Abdullah’ı Hasan b. Muhammed b. Abdullah b. Hasan’ın kefili kıldı. Bir cuma günü Aleviler yanına gelince cuma namazının vakti gelinceye kadar geri dönmelerine izin vermedi.

Daha sonra abdest alıp namaz kılmalarına izin verdi. Namazdan sonra da hepsini tutuklamalarını emretti. Ve ikindi vaktide onları yoklayınca Hasan b. Muhammed b. Abdullah b. Hasan’ın olmadığını gördü.

Onun kefili olan Hüseyin b. Ali ve Yahya’yı çağırarak onlara şöyle dedi: "Tam üç gündür ki Hasan b. Muhammed yanıma gelmemiştir. O halde ya kıyam etti, yada gaybete çekildi! Onu bana getirin, aksi taktirde sizleri zindana attırırım!" Yahya "yüzde yüz, bir işi olduğundan gelememiştir. Bizde onu sana getiremeyiz. Biraz insaflı ol bizleri yokladığın gibi,

Ömer b. Hattab taifesinin fertlerini de yoklasana! Eğer onların gaib olanları bizimkilerden daha çok olmazsa ben hiç birşey demem ve hakkımızda istediğin kararı al." dedi.

Ama vali bu sözlere aldırmadı onlara yemin ederek şöyle dedi: "Bu gün ve bu gece zarfında Hasan’ı çağırmazsanız evlerinizi başınıza yıkar, ateşe veririm ve Hüseyin b. Ali’ye bin kırbaç vurdurturum."[293]

Bu ve benzeri olaylardan anlaşılmaktadır ki Alevilerden bazısının gaybet halinde yaşaması Abbasoğullarının hilafeti zamanında alışılagelmiş bir olaydı. Onlardan biri gaybete çekilince iki grubun dikkatini çekiyordu:

1- Halk yığınları; onun tarafına akın ediyordu. Zira Mehdi’nin özelliklerinden biri olan gaybet alametini taşıyordu.

2- Hilafet düzeni: Zalim halifeler ona karşı özel bir duyarlılık gösteriyor ve büyük bir korku içinde yaşıyorlardı. Zira Mehdi’nin alametlerinden birini taşıdığını ve halkın onları Mehdi sandığını, dolayısıyla da halk vasıtasıyla bastırılması zor bir kıyamı başlatacağını tahmin ediyorlardı.

Şimdi de kitap te’lifi ve hadislerin kayıt ve nakil asrı olan Abbasî dönemindeki buhranlı durumu zihinlerinizde canlandırabileceğiniz için tastik edersiniz ki yazarlar,

alimler, ve hadis ravileri va’dedilmiş Mehdi’yle ilgili hadislerin özellikle de Mehdi’nin gaybet ve kıyamıyla ilgili rivayetleri yazma hususunda serbest ve özgür değillerdi.

Abbâsî halifelerinin siyasi bir kimliğe bürünen Mehdi'likinancı karşısında hiç bir şey dememiş olmalarını ve bütünüyle aleyhlerine olan Mehdi’nin kıyam ve gaybetiyle ilgili hadislerini kitaplarında yazmak veya nakletmek için onlara tam bir özgürlük verdiğini düşünmek kabil midir?

Burada bazılarının şöyle demeleri mümkündür. Abbasî halifeleri alimlerin sınırlandırılması ve onların işlerine karışılmasının toplumun yararına olmadığını ve hakikatleri yazmak veya söylemek için onların serbest bırakılmaları gerektiğini elbette biliyorlardı.

Bu yüzden, Emevilerle Abbasilerin, hatta onlardan önceki halifelerin bu mevzuya yersiz müdahalelerini zikretmenin faydalı olacağına inanıyorum. Böylece konu biraz daha açıklığa kavuşmuş olacaktır.

 

HALİFELER ZAMANlNDA ÖZGÜRLÜĞÜN KALDlRlLMASl


İbni Asakir Abdurrahman b. Avf’tan şöyle rivayet eder: " Ömer b. Hattab Abdullah b. Huzeyfe, Ebu Derda, Ebu Zer-i Gifari (r.a) ve Ukbe b. Amir gibi Resullah’ın (s.a.a) ashabını İslam beldelerinin dört bir yanından çağırarak onları kınayıp şöyle dedi:

"Peygamber’den naklettiğiniz ve halk arasında yaydığınız bu hadisler de neyin nesi oluyor?!" Ashab "Bizleri hadis naklinden alıkoymak mı istiyorsun" deyince Ömer "Sizin Medine’den çıkmaya hakkınız yoktur.

Ben hayatta olduğum müddetçe de yanımdan ayrılmayacaksınız. Ben hangi hadisi kabul edeceğimi ve hangi hadisi reddeceğimi daha iyi biliyorum" dedi. Resulullah’ın ashabı da Ömer hayatta olduğu müddetçe onun yanında kaldılar."[294]

Muhammed b. Sa’d ve İbni Asakir, Mahmud b. Ubeyd’den şöyle nakletmişlerdir. "Osman b. Affan’ın minberde şöyle dediğini işittim: Hiçkimse Ebu Bekir ve Ömer zamanında rivayet edilmemiş olan hadisleri nakledemez"[295]

Muaviye bütün komutanlarına mektup yazarak şöyle bildirdi: "Ali b. Ebi Talib ve evlatlarının fazileti hakkında bir tek hadis nakledenler benim emanımdan çıkmışlardır."[296]

Muaviye valilerine şöyle bir mektup yazdı: "Halka sahabe ve halifelerin faziletleri hakkında rivayette bulunmalarını emredin. Onları Ali b. Ebi Talib’in faziletlerinin bir benzerini diğer sahabeler hakkında da rivayet etmeye zorlayın."[297]

Me’mun hicri 218 yılında lrak ve diğer beldelerdeki alim ve fakihleri huzuruna çağırttı. Onlara inançlarını ve Kur’an hakkındaki görüşlerini sordu.

Kuran’ın hadis mi yoksa kadim mi olduğunu sordu. Daha sonra Kur’an-ın hadis olmadığına inananları tekfir ederek onların bulunduğu şehre bir mektup yazıp şahadetlerinin kabul edilmemesini bildirdi. Bu yüzden bütün alimler (birkaç kişi dışında) halifenin Kur’an hakkındaki görüşünü kabul etmek zorunda kaldılar."[298]

Hicaz’ın büyük fakihi Malik b. Enes Medine valisi Cafer b. Süleyman’ın görüşünün aksine bir fetva verince vali onu hemen tutuklatarak 70 kırbaç vurmalarını emretti.

Böylece o bir müddet yataklara düştü. Daha sonra Mansur, Malik’i çağırarak bu kırbaçlar yüzünden ondan özür diledi ve kendisine şöyle dedi: Fıkıh ve hadis hakkında kitap yaz ama Abdullah b. Ömer’in zor hadislerini, Abdullah b. Abbas’ın kolay meselelerini ve İbn-i Mes’ud’un nadir hadislerini kitabında yazma. Sadece sahabe ve halifelerin ittifak ettikleri şeyleri yaz!

Sen bu kitabı yaz ben de onu bütün şehirlere göndererek halkı onunla amel etmeye zorlayayım. Malik şöyle dedi: "lraklılar fıkıh ve ilimde farklı bir görüşe sahiptirler.

Bizim dediklerimizi kabul etmezler" Mansur "Sen kitabı yaz, ben onu lrak halkına zorla tahmil ederim. Eğer kabul etmezlerse boyunlarını vurur, kırbaçlatırım! Çabuk ol ve kitabı yazmakta acele et! Gelecek yıl oğlum Mehdi’yi senden bu kitabı teslim alması için sana göndereceğim" dedi.[299]

Mu’tasım, Ahmed b. Hanbel’i yanına çağırarak Kur’an’ın mahluk olup olmadığı meselesini sordu, daha sonra onu kırbaçlamalarını emretti."[300]

Mansur, Ebu Hanife’yi Bağdat’a çağırdı ve onu zehirledi."[301]

Harun Reşid, ubbad b. Avam’ın evini yıktı ve onun hadis nakletmesini yasakladı."[302]

Halid b. Ahmet (Buhara emiri) büyük hadis alimlerinden biri olan Muhammed b. İsmail’i Buhari’ye "Kitabını yanıma getir ve bana oku" dedi. Ama Buhari bundan çekindi.

Ve "Eğer böyleyse beni hadis nakletmekten alıkoyki hiç olmazsa Allah indinde bir özrüm olsun" dedi. Bu olay yüzünden onu vatanından sürgün ettiler. O da Semerkant’ın Hartenk köyüne gitti ve ömrünün sonuna kadar orada yaşadı.

Ravi diyor ki "Buhari’nin teheccut namazından sonra Allah’a şöyle dua ettiğini duydum. "Allah’ım eğer yeryüzü bana dar geliyorsa o halde canımı al". Buhari o ay içerisinde öldü.[303]

Nesai, "Hasais, adlı kitabını yazıp Ali b. Ebi Talib (a.s) faziletleri hakkında bir takım hadisleri zikredince onu Dimeşk’e çağırarak "Muaviye’nin faziletleri hakkında da böyle bir kitap yazmalısın" dediler. Nesai şöyle dedi:

"Ben Muaviye’nin hiçbir faziletini bilmiyorum ki yazayım. Şu kadarını biliyorum ki Peygamber onun hakkında şöyle buyurmuştur: "Allah onu hiç bir zaman doyurmasın". Bu cevap üzerine söz konusu alimi takunyayla dövüp hayalarını o kadar sıktılar ki acıdan kıvranarak can verdi."[304]


O HALDE SİZCE


Halifeler zamanında yaşanan buhranlı günleri düşünerek , Mehdi'likkonusunun, özellikle de gaybet ve kıyamın tümüyle siyasi bir mahiyet taşıdığını ve bütün dikkatleri üzerine çektiğini,

yazar ve ravilerin karşı karşıya kaldığı bu sınırlı durumu göz önüne alarak insaf üzere hükmediniz. Bu şartlar altında hadis ravileri ve yazarlar Hz. Mehdi (a.s) ve onun alamet, eser, gaybet ve kıyamı hakkında bir hadis rivayet edebilir veya yazabilirler miydi?

Zamanın halifeleri yazarlara okudukları veya duydukları her şeyi rivayet etmek ve kitaplarında yazabilme özgürlüğü vermişler miydi? Özelliklede siyasi bir mahiyet taşıyan ve hilafet düzeni için tehlike olan rivayetleri nakledebilirlermiydi?…

Malik b. Enes ve Ebu Hanife gibileri Abbasi halifesi Mansur’un emriyle yazdıkları kitaplarında Mehdilikle ve Alevilerin gaybetiyle ilgili hadisleri yazabilirler miydi?

Halbuki o asırda Muhammed b. Abdullah b. Hasan ve kardeşi İbrahim gaib idiler. Halkın çoğu Muhammed’in vaadedilmiş Mehdi olduğuna, kıyam edip zulmün önünü alacağına ve dünyayı ıslah edeceğine inanıyordu.

Halbuki Mansur da Muhammed’in kıyam ve gaybetinden korkuyordu ve bazı suçsuz Alevileri tutuklatmak için özel bir zindan yaptırmıştı. Nitekim Ebu Hanife’yi zehirleyen de Mansur değilmiydi? Yine onun valisi Cafer b. Süleyman, Malik b. Enes’i kırbaçlatmamış mıydı?

Malik b. Enes’e bir kitap yazmasını söyleyen Mansur onun işlerine karışarak Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Abbas ve İbn-i Mes’ud’dan hadis nakletmemesini emretmemiş miydi?

Malik lrak halkının da ilim ve hadisleri vardır. Bizim hadisleri kabul etmeyebilirler." dediğinde de Mansur, "Senin kitabını mızrak ve kırbaç zoruyla onlara tahmil ederim." dememiş miydi? Mansur’a "İnsanların diniyle niçin uğraşıyorsun?

lraklıların ilim ve hadislerinin batıl olduğunu nereden çıkardın? Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer ve İbn-i Mes’ud’un ne suçu vardı ki hadislerini kabul etmiyorsun?" kim diyebilirdi sahi?!!

Mansur ve benzerlerinin, hadislerin tedvininde yaptıkları yersiz müdahaleler hakkında şöyle demekten başka bir söz bulamıyoruz: lrak ehli Abdullah b. Abbas,

Abdullah b. Ömer ve İbn-i Mesud’un hadisleri arasında hilafet düzeninin siyasetiyle uyuşmayan bir takım hadisler de vardı ki bu yüzden yazılması yasaktı. Malik hakkında şöyle derler: Tam yüzbin hadis işitmiştir. Ama Muvatta kitabında beşyüz hadisten fazlası yoktur."[305]

Mu’tasım tarafından kırbaçlatılan Ahmed b. Hanbel, vatanından sürülen Buhari ve yediği dayaklar sonucu can veren Nesai kendi kitaplarında Alevilerin yararına ve hilafetin zararına olan bazı hadisleri rivayet edebilirler miydi?


NETİCE


Bütün bunlardan şu neticeyi alıyoruz: Mehdilikle ve özellikle de gaybet ve kıyamla ilgili hadisler siyasi bir renge büründüğünden ve hilafet makamının aleyhine,

ama rakib olan Alevilerin lehine olduğundan Ehl-i Sünnet alimleri sahib oldukları mahdudiyet ve sınırlılıkları sebebiyle bunları kendi kitaplarında yazamıyor ve nakledemiyorlardı. Yazmaya yeltenenleriyse devrin politikacılarının cinayetkar elleri ile acımasızca ortadan kaldırılmıştırlar.

Ama icmal ve ibham haliyle halifelere zararı olmayan Mehdi’nin varlığı ilkesi baki kalabilmiştir. Va’dedilmiş Mehdi’nin alamet, eser ve hadisleri Peygamber (s.a.a)’in ilimlerinin koruyucusu olan Ehl-i Beyt İmanları ve nübüvvet hanedanı vesilesiyle yazılmış ve şiiler arasında bugüne kadar varlığını korumuştur.

Aynı zamanda Ehl-i Sünnet’in kitapları da gaybet mevzuundan arınmış değildir. Örneğin birgün Huzeyfe’nin yanında, "Mehdi kıyam etmiştir" denildiğinde Huzeyfe şöyle demiştir:

"Gerçekten de henüz Muhammed’in ashabı yaşıyorken Mehdi zuhur etmişse sizlere büyük bir saadet nasib olmuştur. Ama hayır, insanlar nezdinde en aziz ve sevimlisi gaib Mehdi olmadıkça (o hazret) zuhur etmez."[306]

Burada Huzeyfe, Hz. Mehdi’nin gaybetine işaret etmiştir. Huzeyfe Hz. Peygamber’in esrarını ve o zaman ki olayları bilen biriydi. O şöyle diyor: "Ben fitneler ve gelecekteki olayları en iyi bilenim. Zira Resulullah (s.a.a) bunları bir mecliste beyan etti ve o mecliste olanlardan bir tek ben sağ kaldım."[307]