پایگاه اطلاع رسانی آیت الله ابراهیم امینی قدس سره

MERAK

MERAK


Bebek dünyaya ayak bastığında dış alemde neler olup bittiğini bilmez. Herşey onun açısından birdir. Şekiller, renkler ve şahıslar arasında fark gözetemez. Çeşitli şekiller ve seslerden etkilendiği halde onları belirleyemez.

Ama o andan itibaren büyük bir hırs ile eşyaları tanımaya çalışır. Devamlı etrafına bakar, gözlerini insanların üzerine diker. Çocuk, duyu organlarını ve merak hissini kullanarak bilgi kazanır ve bilgisini çoğaltır.

Allah Teala Kur'an'da buyuruyor ki: "Allah sizleri hiçbir şey bilmediğiniz halde annelerinizin karnından çıkardı ve O'nun nimetlerini tanımanız ve şükretmeniz için sizlere kulak, göz ve kalp verdi."(147)

Kısa bir süre sonra çocuk, dış aleme dikkat eder. Eşyaları eli ile hisseder, alır, hareket ettirir, yere vurar, ağzına götürür, sesleri dinler, gözü ile insanların hareketlerini takip eder.

Bu şekilde merak hissini doyurmuş olur ve alemi tanımak için çaba sarfeder. Allah Teaşa insana kendi çabası ile alemin sırlarını keşfedebilmesi ve yaratılışın gayesini idrak edebilmesi için merak ve araştırma hissini vermiştir. Çocuktaki merak ve araştırma hissi fıtri bir özelliktir.

Baba ve anne, bu hissini kullanmasında çocuğa yardımcı olabilirler. Aynı şekilde, çocuğun bu iç isteğini sert bir şekilde kırabilirler de. Eğer araştırması için gerekli olan alet ve oyuncakları ona verir, deneylerini yapabilmesi için ona serbestlik tanır ve yaşına uygun fikri ve ilmi açıdan faydalı oyuncakları verirlerse, onun merak ve araştırma hissini güçlendirmiş olurlar. İşte bu çocukca araştırmalar, gelecekte bilim alanında yapılmış keşifler şeklinde ortaya çıkar.

Çeşitli eşyalar ile dolu bir oda dökünük ve kullanışsız olsa bile bu yaşlardaki bir çocuk için çok faydalı olacaktır. Ama eğer baba ve anne çocuğun bu iç isteğini doyurmaz, gereken eşya ve oyuncakları temin etmez, onu araştırma ve deneyden mahrum edecek olurlarsa ondaki merak ve araştırma hissi ezilmiş olur. Gelecekte karşılaşacağı ilmi konularda çok çabuk ümitsizliğe kapılır.

Bu aşamadan daha önemlisi sorgu-sual kademesidir. İki-üç yaşından itibaren soru yaşı başlar. Çocuk, akıl ve zekasının bir yere kadar tekâmüle eriştiği ve konuşmayı öğrendiği bu yaşlarda anne ve babasını sorguya tutar.

Mesela, şunları sorar: Acaba ben anne mi olacağım, yoksa baba mı? Babam neden her gün dışarı çokıyor? Neden taş sert, su ise yumuşaktır? Ben büyükannemi sevmiyorum; öyleyse neden evine gideyim? Neden yağmurda oynamıyacakmışım?

Paslanmamdan mı korkuyorsunuz? Neden balıklar suda boğulmuyorlar? Siz niçin her gün namaz kılıyorsunuz? Namaz nedir? Güneş geceler nereye gidiyor? Yağmur ve kar nereden geliyor?

Yıldızlar nedir ve kim onları yapmış? Sinek ve sivrisineğin ne faydası var? Büyükbaba öldüğünde neden toprağa gömdüler? O nereye gitti? Ne zaman dönecek? Ölüm nedir? vb. yüzlerce soruyu çocuklar az-çok sorarlar.

Bütün çocukların zihnini kurcalayan sorular bir değildir. Zeki çocukların yönettikleri sorular oldukça dakik ve incedir. Bilgileri çoğaldıkça daha dakik sorular sormaya başlarlar.

Çocuk, sorduğu sorular ve yaptığı araştırmalarıyla dış alemi tanımada başkalarının bilgi ve tecrübelerinden faydalanmak ister. Merak ve araştırma hissi insanın çok değerli içgüdülerinden biridir. Bu içgüdünün vasıtası ile insan kemâla ulaşır, yaratılış alemindeki sırların birçoğunu keşfeder ve çeşitli ilimler dalında büyük başarılar elde eder.

Çocuklarının ve insan toplumunun gelişmesi ve tekâmule ulaşmasından taraftar olan baba ve anneler, çocuğu yetiştirme hususunda Allah'ın vermiş olduğu bu içgüdüden, ellerinden geldiği kadar faydalanmaya çalışırlar.

Bazı baba ve anneler çocuksu soruları bir nevi gevezelik ve başkalarının işine burnunu sokma telâkki eder, cevap vermey gerek duymayarak şöyle derler: "Çocuk birşey anlamaz ki. Büyüdüğü zaman anlar.

Biz onun sorularına nasıl cevap verelim?" Çocuklar soru sordukları zaman derler ki: "Yavrum! Çok konuşma, başkalarının işine burnunu sokma, ben ne bileyim? Büyüdüğün zaman anlarsın.

Şimdi bu soruların zamanı değil. Beni rahat bırak." Bu gibi baba ve anneler, çocuklarının vücudundaki en değerli insani içgüdüyü söndürürler, böylece onun ruhuna en büyük darbeyi indirmiş ve onun akli ilerlemesini durdurmuş olurlar. Sonra da çocuklarının bilimsel keşiflere isteksizliğinden ve ilmi soruları halletme hususundaki acizliğinden yakınırlar.

Halbuki, çocuğun bu duruma düşmesine kendileri sebep olmuştur. Eğer bu içgüdü doğru bir şekilde tatmin edilmezse asıl yaratılış hedefinden sapması ve ileride başkalarını eleştirme ve sırlarını keşfetme şeklinde ortaya çıkabilir.

Bazı baba ve anneler çocuklarını razı etmek için onların sorularına cevap verirler. Ama verdikleri cevabın doğru olup olmadığına fazla ehemmiyet vermezler. Onlar için önemli olan çocuğun susmasıdır.

Cevap ister doğru olsun ister yalnış önemli değil. Çocuğun anlayabileceği seviyede doğru cevap vermek de çık zordur. Böylelikle çocuğu kısa ve geçici bir süre için ikna edip sustururlar.

Ama ondaki araştırma duygusu tatmin olmayıp tekâmüle ulaşmamakla birlikte saptırılmış ve gerçekten uzaklaştırılmış olur. Bu çocuk büyüyüp gerçeği keşfettiği zaman kendisini gerçekten saptıran baba ve annesine karşı güvenini kaybeder. Hatta böyle bir çocuğun vesvas, her konuda ve herkese karşı karamsar olması mümkündür.

Ama vazifelerinin bilincinde olan baba ve anneler, Allah'ın vermiş olduğu bu değerli içgüdüyü kendi haline bırakmazlar, ondan en iyi şekilde faydalanırlar. Onlar, çocukların sorularına cevap vermeyi bir vazife bilirler.

Cevap vermeden önce düşünürler ve eğer gerekirse konu hakkında bilgi edinirler. Çocuğun anlayabileceği bir dille konuşurlar, onun sorularını iyice dinledikten sonra cevpa verirler.

Hiçbir zaman gerçek dışı birşey söylemezler. Eğer bazı soruları yanıtlamaktan aciz olurlarsa, açıkça bilmediklerini söylerler. Böylece hem çocuktaki araştıma hissini teşvik etmiş olurlar, hem de ona bir şeyi bilmediği takdirde bilgisizliğini belirtmekten utanmaması gerektiğini öğretirler.

Bazı baba ve anneler de çocukların sorularını cevaplandırmada aşırı giderler. Yani kısa bir sorunun cevabında teferruata inerek o konuda bildikleri her şeyi söylemeye çalışırlar.

Ama ne yazık ki bu yöntem de doğru değildir. Zira çocuğun fazla konuşmadan sıkıldığı tecrübe ile ısbatlanmıştır. Çocuk sadece kendi cevabını ister. Fazla söz dinlemekten yorulur.

Çocukları yaptıkları araştırmalarda teşvik edin. Onlara, tartışma ve delil getirmeyi öğretin. Eğer mümkünse onları deney ve bazı şeyleri tecrübe etmeye sevkedin.

Çocuk düşünen bir insandır. İçinde gizli olan değerleri kullanabilmesi, zihninden faydalanabilmesi ve gelecekteki yaşantısına hazırlanabilmesi için onun fikrini güçlendirin.

Hz. Ali (a.s) buyuruyor ki: "Küçüklükte soru sonran kimse büyüdüğünde cevap veren biri olur."(148)

Yine Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor: "Çocuğun kalbi hiç ekilmemiş bir tarla gibidir. Ona ne verilirse kabul eder."(149)

...Hanım mektubunda şöyle yazıyor: Bir gece babam eve gelince bana bir bulmaca sordu ve meslekdaşlarının bu bulmacayı çözemediklerini söyledi. Herkes uyudu; ama ben bulmacayı çözmeye karar verdim. Geç vakitlere kadar düşündüm ve sonuçta onu çözdüm. Büyük bir sevinçle babamı uyandırdım ve bulmacanın cevabını dedim. Babam sevinerek bana "aferin" dedi.

Babam daima bana üzerinde düşünülmesi gereken soruları yöneltiyor ve bu konuda beni teşvik ediyordu. Böylece ben, bulmacaları ve ilmi soruları cevaplandırmada büyük bir ölçüde geliştim. Ben artık hayatımdaki sorularımı düşünerek halledebiliyorum.